Hayatım boyunca hep yazdım. Yazar olmak aklımda olmadan yaptım bunu. Sadece ruhumun özgür kalmaya ihtiyacı vardı ve bunun için en etkili yöntem yazmak gibi geldi bana.
28 Temmuz 1991’de Türk bir ailenin çocuğu olarak Kırcaali’de doğdum. Eşim ve çocuklarımla Belçika’da yaşıyorum.
Beni yazmaya sürükleyen unsurlardan kısaca bahsedeceğim: Küçüklüğümde ve gençliğimde babamın atölyesinde onu resim ve heykel yaparken izlemeyi severdim.
İzlemekle kalmaz, öğrenirdim. Sevgiyle öğretilen her bilgiyi, her çocuk gibi severdim.
Fotoğraflarını bastığı kırmızı odayı severdim. Kimyasal karışımlı suyun içine koyduğu beyaz kâğıtta beliren görüntülerin, bana o yaşlarda sihirli gibi gelmesini severdim. İplere asılı, şimdilerde hatırlamakta zorlandığım anılarımızı, hatta yabancı onlarca, belki
yüzlerce hayatı sallandırıyordu. Anılar, hikâyelerdi. Hikâyeleri severdim. Her resmin, her fotoğrafın, her heykelin bir hikâyesi vardı. Onların hikâyelerini dinlemeyi severdim.
Fotoğrafçılık, resim sanatı, ansiklopediler, biyografiler, hayvan yetiştiriciliği ve bitki kitaplarıyla dolu bir oyun alanım vardı.
Dünyaca ünlü ressamların hayatlarını dinleyerek büyüdüm. Sosyal açıdan fazlasıyla yeniktim. Bu durum, çocukluğum ve gençliğimin uyumsuzluk içinde, sancılı geçmesine sebep oldu.  O yüzden en başından beri yazdım. Hâlâ yazıyorum. Sanırım hep yazacağım. Çoğu zaman yazmak, konuşmaktan iyi geldi.